2015 Aralık ayında gerçekleştirdiğimiz Asya gezimizin ikinci yarısını Kuzey Tayland’a ayırdık. Gezimizin ilk yarısına ait...
Bu şehr-i Sitanbul ki…
Cemal BüyükgökçesuBu şehr-i Sitanbul ki bi misl ü behâdır
Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedâdır
Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır
***
(günümüz Türkçesiyle)
Bu İstanbul şehri ki, paha biçilmez ona
Tüm İran mülkü feda olsun tek bir taşına
Öyle tek bir incidir iki deniz arasında
Yeridir dünyanın güneşi ile tartılsa
Nedim (18. yüzyıl)
Nedim‘in bu dizeleri yazmasının üzerinden 3 asır geçmiş.
İstanbul ise paha biçilmez bir inci gibi güzelliğini korumaya halen devam ediyor.
Peki İstanbul’un eşsiz güzelliğinin farkında mıyız? Değerini biliyor muyuz? Maalesef hayır.
İstanbul’u hoyratça kullanıyoruz, elden ele savuruyoruz, çarpıyoruz, kırıyoruz, kirletiyoruz, bozuyoruz, incitiyoruz. Üzüyoruz…
O ise, hiçbir şey olmamışcasına tüm güzelliğini yine bizlerle paylaşmaya devam ediyor. Parıldıyor, ışıldıyor, en güzel kıyafetlerine bürünerek bizleri selamlıyor, gülümsüyor, gülüyor. Bıkmadan, usanmadan, her gün…
***
Avrupa’da birçok şehri gördüm. Bazılarında aylarca yaşadım, yaşıyorum. Hem de bu şehirler sıradan şehirler de değil. Dünyanın en fazla turist çeken, en güzel olduğu iddia edilen, en etkileyici şehirlerinden bahsediyorum. Berlin’den, Prag’dan, Dublin’den, Londra’dan, Paris’ten…
Evet, güzeller, hatta çok güzeller…
Ama hiçbirisi İstanbul kadar güzel değil. Hiçbirisi tüm ruhunu, güzelliğini İstanbul kadar içten paylaşmıyor sizinle. Hiçbirisi İstanbul kadar candan, sıcak, “hayat dolu” değil.
İnsanıyla, doğasıyla, tarihiyle ve kokusuyla öylesine büyüleyici bir şehir ki İstanbul, kaderiyle başbaşa bırakılamaz. Yönetenlerinin ve idarecilerinin insafına terkedilemez. Öylesine güzel ve öylesine masum ki; onu incitecek, üzecek hiçbir şeye seyirci kalınamaz.
İşte bu yüzden İstanbul’a sahip çıkalım.
En azından değerini bilelim, nasıl bir yerde yaşadığımızın farkına varalım hiç olmazsa, değil mi?