2015 Aralık ayında gerçekleştirdiğimiz Asya gezimizin ikinci yarısını Kuzey Tayland’a ayırdık. Gezimizin ilk yarısına ait...
Değer mi?
Cemal BüyükgökçesuKötü bir huyum var. Kişisel telefonumla iş e-postamı ve takvimimi eşleştirdim. Yani iş ile ilgili güncellemeleri (e-posta, toplantı daveti vb.) iş saatleri dışında ve hatta tatilde dahi kişisel telefonumdan takip edebiliyorum. (İş saati denilen şey nedir? İş yaşam dengesi nedir? Bu soruların bana ne ifade ettiğini 4 sene önce şu kısa yazıda özetledim, okumanızı öneririm.)
Daha da kötü bir huyum var. Sabahları uyanır uyanmaz, daha yataktan dahi çıkmadan, geceyarısı gelen iş e-postalarımı hızlıca kontrol ediyorum.
Geçen Pazartesi sabahı da aynı rutini yaşarken okuduğum bir e-posta beni altüst etti. İşle alakalı, belki de dünyadaki en önemsiz ve saçma konu hakkında, beni çok memnun etmeyen içeriği olan bir e-postadan söz ediyoruz. Ne olduğu çok önemli değil. Sadece sizin keyfinizi kaçıracak işle alakalı bir e-posta aldığınızı hayal edin.
Bu e-postayı okuduktan sonraki birkaç saatim son derece keyifsiz geçti. Üstelik “nasıl başlarsan öyle devam eder” diyenleri haklı çıkarırcasına birkaç gün boyunca birçok konuda (sadece işle alakalı değil) ufak olumsuzluklar ve sıkıntılar beni takip etti. Örneğin, o hafta telefonumun şarjı her zamankinden daha çabuk bitti, süpermarketteki kasa kuyruğu her zamankinden daha uzundu, hatta Dublin’de gökyüzünün binbir renge büründüğü yılın şu zamanlarında güneşin doğuşunu bir türlü istediğim gibi fotoğraflayamadım. (“Ne alaka” demeyin, şu kısa yazıyı okuyun.)
Bugün iş çıkışında bir arkadaşımla sohbet ederken tamamen benzer bir durumu onun da yaşadığını öğrendim. İşle alakalı tek bir cümle tüm haftayı “daha mutsuz” geçirmesine yetmiş.
Şimdi konuştuklarımızı bir kenara bırakalım ve çok basit bir beyin jimnastiği yapalım beraber:
Ortalama 70 yıl yaşıyoruz. Bundan da çocukluğumuzu çıkarıp bilinçli yaşayabileceğimiz zamanı hesaplarsak 19.000 günümüz kalıyor yaşamak için.
Haydi biraz daha ileri gidelim. Günde 8 saat uyuyoruz. Uyuduğumuz saatleri de çıkartırsak bilinçli ve aktif olarak yaşamak için 300.000 saatimiz kalıyor (bu da 18 yaşında olduğumuzu varsayarsak). Bu 300.000 saate sığdıracak ne kadar da çok şey varmış üstelik: Okuldan mezun olmak, sevdiğimiz işi yapmak, dünyayı keşfetmek, aşık olmak, çocuğumuzun okula başladığı ilk gün yanında olmak, torunlarımızı sevmek, dünyada iz bırakmak, sevmek, sevilmek… Bu liste bitmez değil mi?
Şimdi başa dönüyoruz:
Bizi 1 hafta boyunca mutsuz eden olumsuz bir cümle yüzünden ömrümüzün nerdeyse üçbinde birini (1/3000’ini) mutsuz geçirmişiz.
Evet tek bir cümle bunu yapmaya yetiyor. Şimdi bir düşünün.
Hayatınızda sizi mutsuz eden kaç tane “anlamsız” cümle duydunuz?
Saçma, yapay, uzun vadede anlamını tamamen kaybeden cümlelerin sizi mutsuz ettiği sayısız an geliyor aklınıza, değil mi?
Bu “mutsuzlukların”, sizin mutlu olabileceğiniz diğer anlardan çalındığını da hiç düşündünüz mü?
***
Tabi ki yaşarken hayal kırıklıklarımız olacak, üzüleceğiz, hem de çok fazla üzüleceğiz. Ama bizi üzen her şeyin gerçekten üzülmeye değer şeyler olup olmadığını bir daha düşünsek mi?
Gerçekle yalanın birbirine karıştığı bir dünyada yaşıyoruz. Ama her şeye rağmen, üzülmeye değecek “gerçek” şeyleri, “yapay” ve “yalan” olanlardan ayırmak hala bizim elimizde değil mi?